19 Mart 2022 Cumartesi

Yel Değirmeni - Rasimpaşa (1985-2022)

Yeldeğirmeni’ni yazacağım bugün.

Benim için çok önemli bir yer burası. 1980 ve 1990’lı yıllarda içişleri bakanının bile girmeye cesaret edemediği kadar gettolaşmış, herkesin gözden çıkardığı ve bana göre İstanbul’un en güzel yerlerinden biri olan Rasimpaşa Mahallesi’ni yazacağım. Her kötü şeyin çok da kötü olmadığı gerçeğini burada da yaşıyoruz ki; gettolaşmanın semte büyük yararı dokunmuş ve epeycesi korunarak bu günlere ulaşmış. Yıllarca kimseler giremeyip asla tercih sıralamasında yer alamayınca vahşi tüketim güruhu el sürememiş vesileyle dokunulamamış. Öylece kalmış anlayacağınız… Ve ben bundan ötürü “Ne mutluyum”!


Acıbadem Mahallesi ile sınır olduğundan 1985’ten beri buralardayım. Dile kolay 37 yıldır geziniyorum, öncesi sonrası ve her şeyiyle hepsine tanıklık ettim. Bunun birikimiyle neresinden başlasam diye tedirgin ve cesaretsizim, çünkü eksik bir şey kalmasını hiç istemiyorum ama öte yandan kitap değil basit bir gezi makalesi yazıyorum. Acıbadem dedim hemen ilave edeyim Banliyö tren hattı bu iki mahalleyi birbirinden ayırıyor ve dantel gibi demir köprülerle mahalleler birbirlerine bağlanıyorlarken 2000 yılı sonrasının değişim dönüşüm modellerinden etkilenen bu köprüleri eski güzelliği ile bulamıyoruz. İşte bu hattın hemen bitişiği, o fotoğrafçıların en sevdiği, sevimli küçük evlerin yan yana dizildiği Ayrılık Çeşme Sokağı mutlaka görülmeli, sokakla demiryolu arasında ise ARAP Mezarlığı var ki çok eski bir mezarlık burası ama yeşil örtüsü nedeniyle kalması tercih edilebiliyor; tamamen kalben diliyorsunuz bunu ve bu sokağa hayat veriyor, özellikle bahar aylarında.  İşte bu hattan sonra bir yıldızın uçlarına doğru dallanarak mahalleyi gezebilirsiniz… Bir tarafınız İbrahimağa-Haydarpaşa tarafına gidebilirken diğer tarafınız Kadıköy Çarşı’ya doğru dallanabilir ve dahi Rıhtıma birbirine paralel en güzel sokaklardan inebilirsiniz. Hele yazın denizden gelip Altıyol’a kadar ilerleyen enfes rüzgar, içtiğiniz bir bardak su kadar rahatlatıcı, benden söylemesi.

Zamanında Haydarpaşa Gar binası yapılırken Alman mimarlar ve mühendisler yaşadığı için mahallenin bu yakasında çok nadide apartmanlar yükseliyor. İstanbul’un ilk apartmanlarının bazıları burada. GAR’ı inşa eden teknik ekip yapmış bunları ve bir süre de yaşamışlar. O kadar güzel ama korunmaya muhtaçlar ki, çoğu desteklerle ayakta duruyor ve şöyle yekpare güzel bir fotoğraf alamıyorsunuz. Hayal gücünüzden başka hazineniz yok. Bu kısım nispeten daha sakin ve tenha, mahalle kültürü devam ediyor, okul, kilise, sinagog, kıraathaneler, eskiciler, atölyeler, yorgancı, bakkal hepsi duruyor. Hemen ilave edeyim İstanbul’un meşhur simitinin anavatanı işte burası, efsane Yeldeğirmeni simiti buradaki fırınlarda üretilip bütün Kadıköy’e dağıtılıyor. Evet Kadıköy bölgesinin bütün simitleri burada yapılıyor.

 

Semt Osmanlı zamanında ve cumhuriyetin ilk yıllarında gayrimüslimlere ev sahipliği yapmış Museviler ağırlıklı kısmı temsil ediyorlar. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Museviler yine denizden gelen tehlikelerde tampon olsun diye rıhtıma yakın civarlara yerleştirilmişler, bana biraz Lizbon’u anımsattı, ukalalık edeyim biraz değil mi?  Ermeni ve Rum kardeşlerimiz MODA denen Caferağa’da yerleşikken Museviler hep burada yaşamış, gerçi şimdi bu insanlar çoktan çekip gitmişler, kalanların son temsilcileri ise MODA’da yaşamaya devam ediyorlar.  İşte birçoğu terk edilmiş, satılmayı bekleyen, bazıları ise yeni sahiplerince onarılan yenilenen iki katlı muhteşem evler buradan giden insanlara ait. Arayıp sorulmamışlar, yıkılmaya yüz tutmuş, öylece duruyorlar, çok azı ise yaşama geri kazandırılıyor, yerel yönetim çaresiz ama ağır da olsa ilerliyor.

 

Semtin en önemli Sokağı Uzun Hafız olup birçok sanatevi, vakıf, atölye ve keyifli kafe.ler pastaneler burada toplanmış. Bu sokağın paralelinde İskele Sokak var ki; son yıllarda Kadıköy’e kazandırılmış en güzel mekanlardan biri olan Yel değirmeni Sanat burada konuklarını bekliyor. İskele Sokak'tan rıhtıma doğru ilerlerken sol tarafınızda OsmanGazi İlkokulu’nu görüyorsunuz, çevrenizde görüp görebileceğiniz en güzel okul binalarından biri. İnsan buradaki okullara imreniyor bir diğeri Kemal ATATÜRK Anadolu Lisesi. Uzun Hafız Sokak’ta şimdilerde çok sıkı korunan ve gezmenin pek de mümkün olmadığı Yahudi Sinegog’unun arka bahçesine ait parmaklıklar da bu sokağa komşu, giriş ise sokağın paraleli olan İzzettin Sokak’ta.

Yeniden aralara dönüp rotayı farklı yönlerde izler, başka başka sokaklardan dolaşır İbrahimağa Köprüsü’ne gider gibi yaparsanız Tarihi Yeldeğirmeni Simit Fırını’na
ulaşabilirsiniz. Dışında odunlar dizili küçücük bir yer, son derce naif, bakımsız, garip! Girince “aman Allahım burası mı” diye geçiriyorsunuz içinizden. İşte Haydarpaşa tarafını sağınıza alıp ona paralel inişli yokuşlu ilerlerken muhteşem apartmanların olduğu noktalara geliveriyorsunuz. Buralarda da birçok atölye var, vegan kafeler, marketler, antikacılar, eskiciler, sıra sıra. İkinci el giyisi satanlar, füzyon mutfak sanatçıları, heykel atölyeleri ve tatlı kaçıklar bir bir peşisıra.

Semtin önemlisi Karakolhane Caddesi ve bu cadde yine en önemli sokaklardan biri olan Uzun Hafız Sokak’la bağlantılı. Caddede Aya Yorgi Kilisesi ve hemen yanında Yel değirmeni Fırını var. Kokular insanı kendine çekiyor, bir tertip buradan alışveriş yapıyorsunuz. Caddenin Kadıköy’e yakın kısımlarında yine çok eskilerden kalan harika yapılar mevcut ve iyice Altıyol’a yaklaştığınızda pek çok güzel pastane, yerel ürün marketleri, manavlar, çiçekçiler, şarküterilere ulaşıyorsunuz, sonsuz alışveriş imkanı mevcut. Bu nokta biraz hareketli ve kalabalık. Söz etmeden geçemeyeceğim burada görülmeden dönülmemesi gereken mekanlardan biri de Nahçıvan Pasajı. Pasajın içi bildiğiniz Çıfıt çarşısı, yok yok.

 Uyarayım mahalle dama tahtası gibi ya da şimdilerde daha modern karşılığıyla karekod deseni gibi. Her hücreyi dolaşmak gerek, imkan olsa o noktalara atlaya zıplaya erişebilsek öyle güzel olurdu ki. Önerim sabah erkenden gelip BENAZIO’da kahvaltı yapıp yollara düşmek. Bu bölgede nerede olursanız olun mutlaka simitin eşlik ettiği klasik Türk kahvaltısı yapmak olsun ilk işiniz. Mis gibi simit, beyaz peynir, yeşil biber ve domates ile tavşan kanı çay size bütün enerjiyi sağlayacaktır… 

Sokaklara daldıktan sonra enaz iki kere kahve molası vermeli mekanların keyfini mutlaka yaşamalısınız. Hatta bir de sigara tüttürmeniz için benden size izin. Yemeye içmeye dair fazla sözüm yok, o kadar yürüyeceksiniz ki günün sonu için adres Kadıköy Tarihi Çarşı’ya girmek, koşulların izin verdiği ölçüde uygun yerde bütün yorgunluğu gidermek tamamen size kalmış.

Mahallede gezinirken antikacı ve eskicilere mutlaka uğrayın, eşyalara dokunun geçmişi hissedin… Sohbet edin esnafla, hepsi güzel insanlar… Defalarca aynı yeri turlayın, binalara bakın, büyülenin, eskiyi yeniyi aynı anda yaşayın. Bütün bu büyülü dünyadan bir anda gerçekliğe zıplamak istiyorsanız da rıhtıma inen sokaklardan birine atın kendinizi ve son hızla Kadıköy’ün otobüslerle dolu leş gibi meydanına geçin. Paradoks… Cennetle Cehennem sanki yanyana… Güzellikle Çirkinlik dipdibe… Yapışık birbirine Melekle Şeytan, Aşk ile Nefret gibi kardeş… Ak ile Kara gibi; bir uçtan bir uca.


































NOT: 2018 yılında ilk kazmanın vurulduğu Haydarpaşa GAR'ının rayları altından bir antik şehir çıktı... GAR o gün kurtuldu... Dünyanın en güzel açık müzesini armağan etti TARİH İstanbul'a... İlk günden beri süreci izliyorum. İlk fotoğraflardır, 2022 itibariyle burası enfes bir görüntüye büründü... İstanbul için büyük şans Kadıköy için ONUR.












13 Aralık 2019 Cuma

RC Arnavutköy (aralık 2019)


Bilmiyorum 5 miydi yoksa 6 mıydı yaşım? Çocuktum, hayal meyal hatırlıyorum o zamanları, hayaldi belki ama gerçek olan kısmı son derece belirgin zihnime kayıtlıydı. Bugün o kayıtlardan sahneleri tekrar yaşadım. Duygusal anlamda olağanüstü bir zaman yolculuğunu gezi tadında nasıl kaleme dökeceğimi hiç bilemiyorum. Ancak bunu yapmalıyım, bir yer değiştirme, bir yolculuk nasıl bir gezi olabilir bunu ifade etmeliyim. Bu benim borcum.

Gerek yok biletlere, rezervasyonlara, otellere… önemli olan tad almak tad alabilmeyi bilmek! Mutluluğun resmini yapmak gibi, mutluluğa yolculuk etmek. Yaşamda yarım asırı tamamlayınca geçmişim de bugünlerimi besleyince coştuğumu hissedebiliyorum. Yaşlanmak bu anlamda başımıza gelen en güzel şey. Seviyorum.

Nereye mi gittim?
Arnavutköy’e!

Bundan 45-46 yıl önce gitmiştik oraya. Özel bir rahatsızlığı olduğu yeni yeni fark edilemeye başlayan kardeşimi götürmüştük. Robert Kolej’den söz ediyorum. O yıllarda çok yakın olduğumuz müstesna bir insanın kızkardeşi okulda pedagog olarak görevliydi ve kardeşimi görmek, durumunu analiz etmek istemişti. Annem ve babam da kendisinin yönlendirmesiyle hareket etmek için o zaman oturduğumuz Yarımca’dan İstanbul’a buraya getirmişti O’nu. İşte bu muazzam doğanın içinde konuşlanmış o güzelim bina ve ilaveleriyle o zaman tanışmıştım. Bugün bahçeye girdiğim an 45 yıl öncesinin kokusunu duydum. O ulu ağaçlar, o yapraklar, kıvrım kıvrım
yokuş yollar, minik yapılar ve en sonunda bütün görkemiyle yeşillikler içinde karşımıza çıkan kolej binası. Dışarıda yirmibeş milyon olmuş leş gibi, kalabalık, gürültülü bir şehir ama Arnavutköy kapısından bahçeye girdiğinizde sizi karşılayan papağanlar, dökülmüş yaprakların halı olduğu nemli yollar, yosunlu ağaçlar, küf kokusu, sessizlik. Öyle keyifli ki! İstanbul’a mahkum birinin yarım günlük kaçamağı ancak bu kadar güzel olabilir.  

Yeniden dönüyorum yıllar öncesine. Bu bahçe benim çocuk beynime Hansel&Gratel masalını çağrıştırmıştı, o küçük evlerin pastadan olduğu gibi hislere kapılmış, anaokulunda kardeşimle geçirilen bir günün sonuna kadar ben biraz bahçede biraz içeride oyuncaklar arasında kendimden geçmiştim. Bir de unutmadan piyanodan da söz edeyim, müziğe yeteneğim olmadığı da burada ortaya çıkmıştı. Bugün yürürken hep o anlara döndüm döndüm durdum. İşin en güzel tarafı; bu gidişimde yeniyıl etkinliğinin olması ve noellere ilişkin masalsı her şeyin organizasyon alanında bulunmasıydı. İki zaman dilimi bu atmosferde birleşmişti. Ah Einstein ne muhteşem adamsın sen, “Zaman Görecelidir” diyorsun ya, hem göreceli hem de üçkağıtçı! Arada bir kendini tekrarlayarak bizlere oyun oynayabiliyor sanki yeniymiş gibi.

Aralık ayına rağmen ılıman ve aydınlık hava, bir türlü sararamamış; zorlamayla kendini düşürmüş yapraklar, nem, nemin ürpertisi, sıcacık bina, mis gibi kurabiyeler, mis kokulu kahveler, kantinde ergenler gibi dibine vurulmuş sohbet, genç öğrenciler, onların güzel yüzleri, güleç bakışları, enfes çaylar, bırakmaya kıyamadığımız ortam ve güzel arkadaşlar. İnsan hayatta başka şey istemez. Dünya turuna çıkarsınız da iki satır yazamazsınız, yarım gün geçmişle günümüz arasında turlarken kendinizi durduramazsınız. Benim bu seferlik GEZİ’m böyleydi. Anılarıma da ekleyeceğim bu satırları ama bu bir gezi yazısıdır, unutmayın. Nereyi mi yazdım? Arnavutköy, Robert Kolej ve ZAMAN’ı